Felsefe

İnandığım 5 Stoacılık ve Zen Budizmi Pratikleri

"Başımıza gelen olaylar değil, bu olaylara verdiğimiz tepkiler bizi şekillendirir." - Epiktetos

Kendimizi dönüştürmek için güçlü pratikler bulabileceğimize inanıyorum. Bu güçlü pratikler bazen Zen Budizmi’nde, bazen de Stoacılıkta karşımıza çıkar ve bu iki felsefenin sunduğu yöntemler oldukça ilham vericidir. Örneğin, Epiktetos, Marcus Aurelius ve Seneca gibi Stoacı filozofların öğretileri, bu yolculuğumda bana büyük bir motivasyon kaynağı oluyor. Zen Budizmi ve Stoacılık arasındaki büyük benzerlikleri fark ettikçe, bu iki felsefenin bize sunduğu dönüştürücü pratikleri de daha çok benimsemeye başladım.

Bu yazıda, Stoacılık ve Zen Budizmi’ni birleştiren beş güçlü pratiği sizlerle paylaşacağım. Bu pratikler sayesinde derin bir farkındalık ve huzura ulaşmak mümkün. Hadi birlikte bu derin felsefelerin sunduğu öz farkındalık ve huzur dolu yolculuğa çıkalım.

Kontrol Edilebilen ve Edilemeyen Şeylere Odaklanma

Kontrol edebildiğimiz şeylere odaklanmak çok klasik bir öğüt gibi gözükebilir, ama Stoacı filozoflara göre bu, hayatın özüne dokunur. Dünyadaki çoğu şeyi kontrol edemeyiz: başka insanların düşünceleri, hava durumu, kazalar, kayıplar… Evet, büyük oranda kaotik ve belirsiz bir evrende yaşıyoruz.

Ancak Epiktetos’un şu sözü çok anlamlıdır: “Bizim işimiz, olayları değil, bu olaylara verdiğimiz tepkileri kontrol etmektir.” Hayatın, kontrol edemediğimiz şeylere karşı öfkelenmek ya da endişe etmek yerine, şu anda yapabileceğimiz en iyi şeye odaklanarak geçmesini öğrenmemiz gerekiyor. Bu, aslında Zen’in de temel öğütlerinden biridir. Zen pratikleri, bizi anda kalmaya ve elimizden gelenin en iyisini yapmaya davet eder.

Zen’de bu anlayış şefkatle birleştirilmiştir. Anda kalmak, şefkatle kendimizi ve çevremizi anlamaya çalışmak, yaşamı daha anlamlı kılar. Bu pratiklerin sadeliği öyle güçlü ve özgürleştiricidir ki, bazen tüm karmaşaya rağmen derin bir nefes almak gibidir. Örneğin, yoğun bir iş gününde bile yalnızca o ana odaklanarak nefes almanın ne kadar güçlü olabileceğini deneyimleyebilirsiniz. Bu durum, hayatın zorluklarına karşı dayanıklılığı artırır.

Kontrol edemediklerimiz yerine kontrol edebildiklerimize odaklanmak, aynı zamanda enerjimizi daha verimli kullanmamıza yardımcı olur. Hem Stoacılıkta hem de Zen’de tekrar tekrar vurgulanan bir temadır bu. Çoğu zaman, kontrol edemediğimiz olaylara karşı harcadığımız enerji, bizi tüketmekten başka bir işe yaramaz. Zen felsefesi, bu enerjiyi serbest bırakmayı ve daha pozitif yönlere kanalize etmeyi önerir.

Ölümü Hatırlamak – Memento Mori

Ölümü hatırlamak biraz karamsar gelebilir, ama aslında bu, yaşamın anlamını daha iyi kavramamızı sağlayan bir şekilde düşünülmelidir. Stoacılar sık sık öleceklerini hatırlayarak yaşamın değerini yücelttiler. “Memento Mori” (Ölümü Hatırla) felsefesi bu yaklaşımı temsil eder.

Zen’de de benzer bir uygulama bulunur. Bazı Budistler, bir mezarlıkta meditasyon yaparak yaşamın geçiciliğini doğrudan deneyimlerler. Bu, aslında hayatın her anını değerlendirmemiz için güçlü bir hatırlatmadır. Özellikle de, sabahın ilk ışıklarında bir bardak çayı elimize aldığımızda ya da sevdiklerimizin gülümsemesini gördüğümüzde yaşamanın sunduğu basit mutluluklara daha fazla değer veririz; mesela, sabahları çiçeklerin açışını izlemek veya bir çocuğun kahkahasını duymak gibi küçük anların güzelliğini fark etmek.

Hayatımızda bu anlayışı benimsemek, sıkıntılı durumlarla karşılaştığımızda da perspektifimizi korumamızı sağlar. Örneğin, yoğun bir günün ortasında ya da tatsız bir olay yaşadığımızda kendimize hatırlatırız: Bu hayatın doğal bir parçası, ben de bu anın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Bu farkındalık, hayatın kısa ve geçici olduğunu anlamakla birlikte, her anın kıymetini bilmemizi sağlar. Her ne kadar bu tür bir farkındalık zaman zaman zor olsa da, uygulandığında hayata farklı bir gözle bakmamıza yardımcı olur.

Ölümü hatırlamanın bir diğer faydası da, bizi önceliklerimizi yeniden gözden geçirmeye teşvik etmesidir. Hayatta neyin gerçekten önemli olduğunu belirlemek ve buna göre hareket etmek, yaşamı dolu dolu ve anlamlı bir şekilde sürdürmemizi sağlar. Bu pratik, her sabah kalktığınızda bir teşekkürle güne başlamanızı, her fırsatta sevdiklerinize sarılmanızı ve hayattan daha fazla keyif almanızı sağlar.

Olanı Sevmek – Amor Fati

Stoacılıkta, olayları oldukları gibi kabul etmek ve olanı sevmek (“Amor Fati”) önemli bir ilkedir. Bu tabiri ilk kez Nietzsche kullanmış olsa da, Marcus Aurelius ve Epiktetos’un yazılarında bu felsefenin izlerine rastlıyoruz. Epiktetos, şu önemli sözü söylemiştir: “Olayların senin istediğin gibi olmasını isteme, olayların olduğu gibi olmasını iste ve her şey yolunda olacak.”

Zen’de de benzer bir öğüt bulunur: Yaşamdaki acı, olayların farklı olmasını istemekten kaynaklanır. Olanı olduğu gibi kabul edebilirsek, o anın tadını çıkarabiliriz. Bu pratiği yaşama geçirmek için, öncelikle basit ve hoş anlardan başlamaya ne dersiniz? Sessiz bir sabah, sıcak bir fincan kahve veya sevdiklerimizin gülümsemesi gibi.

Sonrasında, daha zor anlara doğru ilerlemek; birisinin negatif davranışıyla ya da zor bir görevle karşılaştığınızda bu anı olduğu gibi kabul etmeye çalışmak. En zorlu durumları (hastalık, kayıp, savaş gibi) ise daha ileri seviyelerde bir meydan okuma olarak düşünmek gerekebilir. Olanı sevmek, sadece olumlu anlarda değil, zor ve acı verici anlarda da geçerlidir. Örneğin, iş yerinde yaşadığınız bir gerilim ya da kişisel bir kayıp anında bile bu felsefeyi uygulamak, duygusal dayanıklılığınızı artırır.

Bu pratiği benimsemek, sürekli olarak mevcut olanla mücadele etmek yerine, onu kucaklamak ve uyum sağlamak anlamına gelir. Bu da daha az stres, daha az hayal kırıklığı ve daha fazla iç huzur demektir. Amor Fati, her durumda güzelliği bulmaya çalışmak ve hayatın getirdiği her deneyimi bir öğrenme fırsatı olarak görmektir. Örneğin, zorlu bir projede yaşanan aksilikleri bir gelişim fırsatı olarak görmek, kişinin bu süreci daha iyi anlamasına ve kendini geliştirmesine olanak tanır.

Kötü Durumları Önceden Düşünmek – Premeditatio Malorum

Seneca’nın önerdiği “premeditatio malorum”, yani olumsuzlukları önceden düşünmek, yaşama hazırlıklı olma pratiğidir. Gelecekte yaşanabilecek olumsuzlukları hayal ederek bunlarla şimdiden zihinsel olarak yüzleşmek, bu olumsuzluklarla gerçekten karşılaştığımızda daha dayanıklı olmamızı sağlar.

Bir seyahate çıkmadan önce, pasaportunuzu unutmanız, bagajınızı kaybetmeniz veya hastalanmanız gibi olayları zihninizde canlandırın. Bu olayların travmatik olmadığını, aksine sadece yaşamın doğal bir parçası olduğunu düşünün. Hatta, bu deneyimleri bile sevebilir miyim diye bir sorunun peşinden gidebilirsiniz!

Bu şekilde, gerçek hayatta başınıza bir olumsuzluk geldiğinde zaten buna karşı hazırlıklı olursunuz. Ayrıca, bu tür bir hazırlık, kaygılarımızın da önüne geçebilir. Çünkü kaygı genellikle belirsizlikten beslenir ve olası senaryoları önceden düşünmek, bu belirsizlikleri azaltır.

Zen’de ise daha çok şimdiki an meditasyonu üzerine odaklanılır. Ancak bu meditasyon, şimdiye odaklanırken rahatsızlıklar, sıkıntılar, dikkat dağıtıcı unsurlar gibi her şeyi fark etmek ve bu deneyimlerle yüzleşmek demektir. Bu sayede, bu durumlarla gelecekte karşılaştığımızda zaten çoğunun provasını yapmış oluruz. Bu pratik, aynı zamanda duygusal dayanıklılığımızı artırarak, karşılaştığımız zorluklarla daha bilinçli ve serinkanlı bir şekilde başa çıkmamıza yardımcı olur.

Daha Yüksek Bir Perspektiften Bakmak – Tanrı Gözü

“Tanrının gözü” bakış açısını benimsemek, yaşamın daha geniş bir çerçeveden görülmesini sağlar. İnsanlığı, karıncalar gibi küçük bir boyutta izlediğimizi hayal edin.

Bu daha yüksek bakış açısı bize iki şeyi hatırlatır: Birincisi, sorunlarımız aslında çok küçük olabilir, her ne kadar o an için büyük gözükse de. Örneğin, günlük iş stresi veya küçük aksilikler bu perspektiften bakıldığında çok daha önemsiz hale gelebilir. İkincisi, hepimiz birbirimize bağlıyız. Stoacılar bu bakış açısını “daha yüksek görüş” olarak tanımlarlardı.

Zen’de ise bu pratik, hepimizin birbirimize bağlı olduğumuzu, yaşamın bu gerçeğini hatırlamayı ifade eder. Ayrı bir benlik yerine, bütün bir evrenin parçası olarak bağlılığı hissetmek; örneğin, doğanın döngülerine ya da toplumsal ilişkilere olan bağlantımızı fark etmek, çok daha derin bir bağlılık ve şefkat hissi yaratır.

Bu bakış açısı, hayatımızı küçümsemek anlamına gelmez, aksine daha derin bir anlayışla sorunlarımızı ve kendimizi kabul etmeyi öğretir. Örneğin, iş yerinde yaşadığınız bir stresin tüm evrenin akışı içinde ne kadar küçük bir yer tuttuğunu fark etmek, bu stresi daha yönetilebilir hale getirebilir. Hepimizin aynı dünyayı paylaştığını ve benzer zorluklarla karşılaştığını bilmek de, empati kurmamızı ve daha şefkatli olmamızı sağlar.

Ayrıca, bu yüksek bakış açısı, hayatta bazen sadece kendi küçük dünyamızda sıkışıp kaldığımızı ve büyük resmi göremediğimizi hatırlatır. Bu farkındalık, kendimize ve başkalarına karşı daha nazik olmamıza ve daha fazla anlam ve bağlılık duygusu hissetmemize yol açar.

Son Söz: Pratikleri Hayatınıza Dahil Edin ve Paylaşın!

Bu beş temel pratik, yaşamda karşılaştığımız zorluklarla başa çıkmamızı ve anı doğru yaşamamızı sağlıyor. Hem Zen Budizmi hem de Stoacılık, içsel huzura ulaşmak ve yaşamı daha anlamlı kılmak için bize yollar sunuyor. Ama unutmayın, bu bir günlük değil, yaşam boyu sürecek bir yolculuk. Her gün bu pratiklerden birini yaşama dahil ederek biraz daha kendimize yakınlaşabiliriz.

Peki siz ne düşünüyorsunuz? Bu pratiklerden birini ya da birkaçını denediniz mi? Düşüncelerinizi ve geri bildirimlerinizi aşağıdaki yorum bölümünde bizimle paylaşın. Bu yolculuğu birlikte daha anlamlı kılalım! Unutmayın, her bir yorum ve düşünce, bu topluluğu daha da güçlü kılar. Hadi, birbirimize ilham olalım ve bu bilgeliği yaygınlaştıralım!


Kaynaklar

  1. Zen – Wikipedia
  2. Shikantaza – Wikipedia
  3. Anapanasati – Wikipedia
  4. Memento Mori – Medium
  5. Stoic Exercises – Medium
  6. No-Mind – Wikipedia

Daha Fazla Göster

benCahil

Çok araştırıyordum, çok soru sordular. Bende yazmaya karar verdim. Biri kız biri oğlan 2 çocuk babası mutlu bir adam. Mottomuz: Merak Et, Keşfet, Sorgula ve Bilgiyi Paylaş! Bildiğim Tek Şey Hiç Bir Şey Bilemediğimdir. Yazdığım hiç bir yazıyı gece rüyamda görmedim, vahiy inmedi, ben keşfetmedim, internet çöplüğünde birden fazla kaynağı derleyip yayınladım sadece.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün!